Alkollü Araç Kullanımını Yasallaştırın

Bazı yasalar, kandaki alkol seviyesinin belirli bir oranın üzerinde olmasının suç olduğunu ve ağır bir şekilde cezalandırılması gerektiğini ilan ediyor. Ancak alkollü araç kullanımına bağlı kazaların ezici çoğunluğu, daha yüksek alkol seviyelerini içeren durumları kapsamaktadır. Eğer daha yüksek bir standart onları caydırmıyorsa, daha düşük bir standart da caydırmayacaktır.

Ancak daha temel bir nokta var. Tam olarak suç sayılan nedir? Kötü araç kullanmak değil. Mülke zarar vermek değil. İnsan hayatını almak ya da dikkatsizce tehlikeye atmak değil. Suç, kanınızda yanlış madde bulunmasıdır. Oysa araç kullanırken bile kanınızda bu maddeyi bulundurmak ve geleneksel olarak suç olarak adlandırılan hiçbir şeyi işlememek mümkündür.

Hükümetin eylemlerimiz yerine kanımızın içeriğini suç saymasına izin vererek aslında neyi amaçladığını sorgulamalıyız. Yasaların uygulanmasını keyfî, kaprisli yetkili ve teknisyenlerin kararlarına bağlı kılma yetkisi verilmiş olur. Zaten hükümetin “ölçüm cihazı” olmadan, yasaları ihlal edip etmediğimizden emin olmanın hiçbir yolu olamazdı.

Elbette, kilomuza ve belirli bir süre boyunca aldığımız alkol miktarına dayanarak kafamızda gayriresmî hesaplamalar yapabiliriz. Ancak bunlar en iyi ihtimalle tahminî yaklaşıklar olacaktır. Suçlu olup olmadığımızı anlamak için hükümetin bize bir test uygulamasını beklemek zorundayız. Hukukun bu şekilde işlememesi gerekir. Aslında bu bir tür tiranlıktır.

Şimdi, ilk tepki şu olabilir: alkollü araç kullanmak yasadışı olmalıdır çünkü içki içtiğinizde kaza yapma olasılığınız anormal derecede artar. Cevap da bir o kadar basittir: özgür bir toplumda hükümet olasılıklarla ilgilenmemelidir. Yasalar sadece ve sadece eylemlerle ilgilenmeli ve sadece kişiye ya da mülke zarar verildiği noktada devreye girmelidir. Olasılıklar, sigorta şirketlerinin rekabetçi ve gönüllülük esasına dayalı olarak değerlendirecekleri bir konudur.

"Irksal profillemeye" karşı yürütülen mücadelenin pek çok kişi için sezgisel bir akla yatkınlığı olmasının nedeni de budur: elbette bir kişi yalnızca bazı demografik grupların suç işleme oranı diğerlerinden daha yüksek olduğu için takip edilmemelidir. Devlet suçları bizzat önlemeli ve cezalandırmalıdır, olasılıklar ve eğilimleri değil. O hâlde, bir kişinin birkaç kadeh içki içtiği için otomatik olarak tehlikeli olduğunu varsayan sürücü profillemesine de karşı çıkmalıyız.

Aslında sürücü profillemesi, demografik profillemeden daha kötüdür, çünkü ikincisi sadece yetkililerin daha dikkatli olduğunu ima eder, demografinin kendisini suç unsuru saydığını değil. Propagandaya rağmen, alkollü araç kullanma durumunda suç sayılan şey, araç kullanan kişinin kaza yapma olasılığı değil, kanındaki alkol oranıdır. Sarhoş bir sürücü, herhangi bir zarar vermemiş olsa bile hakarete uğramakta ve âdeta mahvedilmektedir.

Elbette, yetkili güçler ve uygulamaları ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bir barda veya restoranda çıkan çok sayıda insan muhtemelen alkollü araç kullanmış sayılacaktır. Ancak yetkililerin, yoldan çıkan bir araçtan veya genel olarak dikkatsiz sürüşten haberdar olmadığı sürece bunu bilmesinin bir yolu yoktur. Burada şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: Neden yoldan çıkmaya veya dikkatsizliğe ceza kesmeyelim ve alkolü bunun dışında bırakalım? Gerçekten de neden?

Devlet, suç sayılanın bir miktar içki içmek olduğunun altını çizmek için, hiçbir şey yapmamış olsalar bile insanların kanlarını kontrol etmelerini sağlayan bu çirkin, sivil özgürlükleri ihlal eden barikatları kuruyor. Bu, hükümetin mahrem biyolojik bilgilerimizin test edilmesine kadar uzanan, üzerimizde tam bir kontrole sahip olduğunu ve olması gerektiğini ima eden, özgürlüğe yönelik büyük bir saldırıdır. Ancak bir şekilde buna katlanıyoruz çünkü hükümetin bizi sadece eylemlerimizden dolayı değil kanımızın içeriğinden dolayı da cezalandırması gerektiği şeklindeki ilk varsayımı kabul etmiş bulunuyoruz.

Bir kişinin kötü araç kullanmasına neden olan pek çok faktör vardır. Örneğin, halter çalışmasından sonra kaslarınız ağrıyabilir ve tepkileriniz yavaş olabilir. Uykulu olabilirsiniz. Kötü bir ruh hâli içinde olabilirsiniz veya yakın ilişkilerinizde yaşadığınız bir tartışma sizi etkileyebilir. Devletin öfke testleri, yorgunluk testleri veya ağrı testleri uygulamasına da imkân tanınmalı mı? Bu bir sonraki aşama olabilir ve yetkililer bu soruyu incelemeye başladığında şaşırmayın.

Şimdiden, araç kullanırken dikkat dağıtıcı cihazları kullanmayı yasaklamaya yönelik bir girişim var. Böyle bir saçmalık, hükümetin ne yapabileceğimiz konusunda yargıda bulunması gerektiği fikrinden kaynaklanmaktadır.

Öte yandan, bazı insanlar birkaç kadeh içtikten sonra daha güvenli araç kullanırlar, çünkü tepki sürelerinin yavaşladığını ve güvenliğe daha fazla dikkat etmeleri gerektiğini bilirler. Hepimiz içki içtikten sonra mükemmel araç kullanma becerisine sahip kişiler tanıyoruz. Bu kişiler yasaların yaptırımlarından azat edilmeli ve yalnızca gerçekten yanlış bir şey yaptıklarında cezalandırılmalıdır.

Tüm bu gidişata artık bir son vermeliyiz. Alkollü araç kullanmak yasallaştırılmalı. Ve lütfen şöyle bir itiraz gelmesin: "Duyarsızlığından rahatsız oldum çünkü birisi sarhoş bir sürücü tarafından zarar gördü." Bir başkasının zararından sorumlu olan herkes eyleminden dolayı suçludur ve buna göre cezalandırılmalıdır. Ancak bir kişiyi işlediği suçtan dolayı değil de, biyolojik bir nedene göre cezalandırmak sapkınca bir davranıştır.

Banka soyguncuları maskeyle suç işleyebilir, ancak işledikleri suçun maske ile hiçbir ilgisi yoktur. Aynı şekilde, sarhoş sürücüler kazalara neden olabilirler ancak ayık sürücüler de kazalara neden olabilir ve pek çok sarhoş sürücü hiçbir kazaya neden olmaz. Yasalar, kan değerleri gibi bilimsel tuhaflıklara değil, insanların can ve malı üzerindeki ihlallere odaklanmalıdır.

Mantıksal Çerçeve: Olasılığa Dayalı Cezalandırma

Mantık ilkesi gereği, bir olayın olasılığı kesinlik değil, yalnızca tahmindir. Mantıksal olarak:
  • Yüksek olasılık ≠ gerçekleşmiş olay.
Bu nedenle olasılığa dayalı cezalandırma çelişkilidir; suç ve ceza arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Doğal hukuk açısından, suç yalnızca somut eylem ve verilen zarar üzerinden kurulmalıdır. Olasılık üzerinden ceza vermek, kişinin henüz zarar yaratmamış olmasına rağmen cezalandırılması demektir ve bu adil değildir. Kamu hukuku perspektifinden bakıldığında ise devletin ceza yetkisi yalnızca toplumu korumak, düzeni sağlamak ve bireylerin haklarını korumak için geçerlidir.

Olasılık temelli cezalandırma, henüz zarar vermemiş bir bireyi cezalandırmak anlamına gelir ve mantıksal olarak devletin yetkisini aşar; suçun varlığı kanıtlanmamıştır. Bu durum, keyfî cezalandırmayı meşrulaştırır ve hukukun temel ilkesi olan “suç ve ceza bağlantısı” ilkesini ihlal eder.

Sonuç

Suç ve ceza yalnızca gerçekleşmiş eylem ve somut zarar üzerinden tanımlanmalıdır. Yüksek olasılık veya tahminlere dayalı cezalandırma mantıksal olarak hatalıdır, doğal hukuk açısından adaletsizdir ve kamu hukuku ilkelerine aykırıdır. Devlet, bireyleri henüz zarar vermemiş olmalarına rağmen cezalandıramaz; cezaların temel dayanağı her zaman somut eylem ve ortaya çıkan zarardır. Bu ilke, hukukun üstünlüğünü korur, keyfî cezalandırmayı engeller ve bireylerin özgürlüklerini güvence altına alır.